23 Şubat 2016 Salı

Deauville -Trouville

Deauville -Trouville


Deauville Normandiya kıyısında  Trouville‘in yanı başında ve Honfleur‘ün doğusunda bulunan  3800 nüfusu ile bir masal şehri. Olağanüstü şatoları, boylu boyunca uzanan kumsallarıyla, Fransa’nın Manche denizine açılan penceresi. Polo ve at yarışları, harika golf sahaları , Amerikan Film Festivali ve güzel sahilleri ile Fransa’nın en itibarlı tatil beldelerinden biri.



Deauville’ e yolculuğumuz Paris'den Gare Saint Lazare’dan yaklaşık 2,5 saat sürecek tren bileti almamızla başlıyor. Bizim gibi bir haftasonu tatilini geçirmeye gidiyorsanız köpeğiniz ile seyahat edecekseniz hiç sorun değil trene köpeklerinizle de binmeniz mümkün, otellerin çoğu da pet dostu.

Birbirinden güzel köylerin ve kasabaların arasından Deauville’e uzanırken dilerseniz arabada kiralayabilirsiniz, ama tren hem daha ekonomik hem çok rahat.



Deauville 1812 yıllarında henüz bir denizci kasabası iken  Duchesse Berry’nin bölgeyi tanıtımıyla Fransız burjuvalarının aristokratların tatil bölgesi olmaya başlamış. 1847 yılında Deauville ve Trouville e Paris’ten rahat ulaşım sağlanabilmesi için tren seferleri konmuş.
Birinci dünya savaşında tren istasyonuna yakın olduğu için oteller askeri hastane olarak kullanılmış.



Deniz  ve sonsuza dek uzanıyormuş hissi veren plajlar ilk olarak Trouville-Sur-Mer de ün kazanıyor. XX. yüzyılın başlarında Deauville Trouville-Sur-Mer’in gölgesinde yaşarken, Casiono de Deauville inşa ediliyor. 1911 de hipodroma tirbünler ekleniyor, 1912-1913 yıllarında mimar Théo Petit casinona nın  arkasına  Van Cleef & Arpels  Coco Chanel gibi en lüks butikleri tasarlarken Printemps Paris dışında ilk mağazasını buraya açıyor.









1921 yıllarında bütün dünyada Casino ve plajlarıyla en ünlü eğlence merkezi haline geliyor. 1929 yılında yacht club açılıyor. 


Diğer önemli etkinlik ise at yarışı. Burası da İran şahından İsveç prenseslerine kadar herkesin ağırlandığı en önemli bir etkinlik halini alıyor. Hipodromun  yakınında dünyanın en güzel villalarından biri olan Villa Strassburger yer almakta. 20.yüzyılın başında Baron Henri de Rothschild için yapılan bina zengin bir Amerikalı olan Bay Strassburger tarafından satın alınmış. Oğlu ise Villa’yı şehre hediye etmiş. Yaz aylarında gezebiliyorsunuz.






 


İkinci Düya savaşı ile bölge Alman askerlerin eline geçiyor. Deauville de yaşayanlar iç bölgelere kaçıyor, Deauville neşesini yitiriyor.
1944 te General Montgomery nin Normandiya çıkartmasıyla, kıyılar özgürlüğüne kavuşuyor.
1960 yılından sonra Deauville başka bir çehre kazanıyor dünyaca ünlü Amerikan ve Fransız aktörlerin katıldığı Amerikan sinema festivali  düzenlenmeye başlıyor her yıl eylül ayında.
1974 yılından bu yana Deauville safkan yarış atların satış noktası oluyor.


  


Deauville’e ister bir haftasonu kaçamağı yapar , isterseniz de kumsallarına uzanacağınız ve Manche denizinde serinliyeceğiniz bir yaz tatili planlayabilirsiniz. Kumsallarında gözlerinizi kapattığınızda geçmiş dönemlere gidip tarihte yolculuk yapıp şemsiyeleriyle gezen kadınların ve saten kurdelalı şapkalarıyla koşuşan çocukların seslerini duyabilirsiniz.
Otellerin ve trenlerin fiyatları sezona göre değişiklik gösteriyor.
Hotel Normandie Barriere şüphesiz en güzel oteli. Kalmasanız bile bir şeyler yemek veya içmek için mutlaka gitmenizi tavsiye ederim.



Film festivali temasının işlendiği plajda her kabinin üzerinde bir film afişi, Deuville’i ziyaret eden Hollywood ve Avrupalı yıldızların fotoğrafları ve isimleri bulunmakta.









Yaz sezonunda aileler bu küçük kabinleri kiralayıp eşyalarını bırakabiliyorlar.
Deauville ve Trouville de dolaşırken çok özenilerek yapıldığı ve her evin ya da villa’nın bir hikayesinin olduğu çok belli. 

Deauville’de 550′den fazla Villa ve ev tarihi bina konumunda bulunuyor. Norman, Art Nouveau ve Baroque tarzında inşa edilmiş bu binaların hangi birinin fotoğrafını çekeceğinizi şaşıracaksınız.


Deauville'den Trouville'e geçerken sahil yolunu kullanırsanız Deauville ve Trouville'i ayıran kanalı küçük tekneler “Bac” la 1 euro ya çok kısa bir sürede geçebilirsiniz.




Tavsiyem, eski balık pazarının olduğu Place Morny den, tren istasyonun önünden gezinize başlamanız daha sonra tekne ile Deauville’e dönmeniz.
Trouville sizi pazarı, dar sokakları, tepedeki kilisesi ve cafeleriyle mütevazi bir şekilde karşılayacaktır.















Deauville de yorgunluk atmak ve bir şeyler atıştırmak için Plage du Bar du Soleil de “ Bar de la Mer” Place du Marny de “Le Cafe de Paris “ve “Breton” sizi en iyi şekilde ağırlayacaktır. Akşam yemeği için “Les Quatre Chats” veya” Le Drakkar”’ı tercih edebilirsiniz.
En iyi klübü Barriere kumarhanesinin içinde bulunan eskiden “Regine's Club” olan şimdiki “Brummel's Club”. 







15 Şubat 2016 Pazartesi

Balear Adaları ve Sardegna

Balear Adaları ve Sardegna



Yaz olunca tatil için ister istemez adalar ve deniz sizi çağırıyor..

2014 yılında ki tercihim Batı Akdeniz’in eşsiz sularında İspanya ya bağlı  Balear adaları ve İtalyanın gözdesi Sardegna oldu.

Balear Adaları Mallorca, Menorca, İbiza, Cabrera ve Formentera diye 5 büyük ada ve adacıklardan oluşuyor. En büyüğü isminden de anlaşılacağı gibi Mallorca olsa da şüphesiz en popüler olanı İbiza ama beni en etkileyeni Menorca idi.



Tarihte adalar muhtelif zamanlarda Romalıların, Kartacalıların, Cezayir ve İspanyolların idaresinde kalmış.

Bu adalara gitmek içi önce İstanbul dan Barcelona ya yada Madrid’e uçmanız oradan İberia Hava yolları ile adalara geçmeniz gerekiyor yada adalara İspanya dan feribotla da ulaşmanız mümkün.

Biz hepsini bir arada görelim dedik gemi seyahatini tercih ettik, önce Genova ya uçup oradan gemimize bindik. MSC’nin yaz boyunca her hafta adalara gemi turu var.

Gemi seyahati tercih ederseniz mutlaka balkonlu kamara seçmenizi öneririm, böylece geminiz Akdeniz de kuğu gibi süzülürken güneş kamaranızın içine doğup, kamaranızın içinde batacak, geceleri mehtabın ışığınla aydınlanacaksınız.  

Mallorca

Mallorca nın başkenti Palma Romalılar döneminde kurulmuş.
Ortaçağdan kalma bu şehire denizden yaklaşırken tüm görkemiyle  kıyıdaki La Seu katedrali ve Almudania sarayı sizi karşılıyor.
Gece yat limanı manzarası müthiş.





Oldukça büyük ve kalabalık bir şehir. Mallorca da tatil yapmak isterseniz kendinize güzel bir koy seçip o koyda denizin ve güneşin tadını çıkarın derim.
Adaya yılda 21 Milyon turist geldiğini göz ardı etmeyin!
Puerto Portals, Cala Malor,Es Trenc,Magaluf, Alcudia sahilleri alternatifler..

Palma’nın dar sokaklarında gezdikten sonra Plaza de Espagnada bir cafede Sangrialarınızı içmeyi unutmayın.


İbiza

Özgürlükler adası İbiza, her yerden, her şeyden, herkesten bağımsız  eğlencenin doruğunda yaşayan bir ada.
İbiza Town, Santa Eularia del Rui, Santa Antoni de Portmany en önemli şehirleri.


 Gündüzleri terk edilmiş ve bu dünyada unutulmuş hissi uyandıran gün batımıyla birlikte geceleri sabahlara kadar müzik ve şovları sokaklara taşan bir yer. En ünlü gece klüpleri Pacha, Privilege,Space i sayabiliriz.

En ünlü plajları Salines, Bora Bora ve Santa Antoni. Partiler akşam saatlerine doğru plajlarda başlıyor.

Bizi en etkileyen yeri Sant Antoni de Cafe Del Mar daki gün batımından sonra İbiza Town.
Gün batımına doğru insanlar Sant Antoni ye akın ediyor, cafelerde yer bulabilmeniz için erken gitmeniz gerek, bizim gibi biraz geciktiyseniz Cafe del Mar ın Barı gün batımını en güzel seyredeceğiniz yer. Yok olmadı kayalıklarda ve plajda yerinizi alıyorsunuz. Muhteşem müzik eşliğinde elinizde kadehleriniz tekneler denize sıralanmış güneşin batışına an be an şahit oluyorsunuz, şu ana kadar en güzel gün batımını burada yaşadım.





İbiza Town ise geceleri hayat dolu küçücük dar sokaklarında mağazaları bar ve restaurantları ile  zamanın nasıl geçtiğini anlamadığınız en özgür sokak şovlarına şahit olduğunuz bir yer iken sabahları birkaç cafenin ve mağazanın açık olduğu bomboş sokaklarında gönlünüzce gezip, kaleye tırmanabiliyorsunuz. Dilerseniz,  İbizadan yarım saat mesafedeki  Formentara adasının sakin plajlarına her saat başı kalkan feribotlar ile kendinizi eşsiz sulara bırakabilirsiniz.



Menorca

Menorca adası İbiza ve Mallorca’nun gölgesinde kalmış gibi görünse de İspanya’nın en zengin bölgelerinden biri.

Mahon Limanı Pearl Harbour dan sonra dünyanın ikinci Avrupanın birinci en büyük doğal limanı. 6km ye yayılan bu limanı “ Yellow Catamaran” turları ile gezebilir, saklı kalmış koyları, adacıkları ve tarihi binaları keşfedebilirsiniz.




Gemimiz Menorca adasının başkenti Mahon limanına yanaştığında tepede Ciutadella Katedrali sizi kucaklıyor, sakin, dingin ve bir o kadar gizemli bu adayı keşfetmek için limandaki merdivenlerden tepe üzerine inşa edilmiş şehire tırmanıyor ve kendinizi tarihin derinliklerinde gizemli dar sokaklarında buluveriyorsunuz.

 Menorca nın neden UNESCO tarafindan BIOSFER tabakasi icin rezerv alani secildiğini anlamanız fazla vakit almıyor.

Ana yerleşim merkezleri Mahon (Maó ) ve Ciutadella . Ada genel olarak bu iki belediyeye ayrılmış. Ciutadella Menorca'nın eski başkenti.

Menorcanın muhteşem koylarında keşfedilmeyi bekleyen gizli plajları ve kültürel mimarı dışında şüphesiz mutlaka görmeniz gereken yer “Binibeca Vell”.





Binibeca koyunda mimar Antonio Sintes Mercadal tarafından inşa edilen otantik  eski bir balıkçı köyü. Beyaz badanalı, küçük yapılardan oluşan evleri  dolambaçlı labirent dar yollarında sessiz bir yolculuk boyunca her köşesi şaşırtıcı ayrıntılarıyla zevkli  ve huzur dolu.
Bu arada Binibeca Vell el yapımı çömlek ve takı hediyelik eşya mağazalarının yanı sıra cafe ve restaurantı ile size orada dinlenme fırsatı da veriyor, ön koşul “sessizlik”.
Daha sonra Binibeca Plajının muhteşem denizine kendinizi atabilirsiniz.




Akşamları Tapas yemek için Mahon da “Ses Forquilles” i çok özel bir deneyim için “Nautic Lounge” u, en güzel yemekler için” La Mar” ı seçebilirsiniz.

Menorca’nın özel el yapımı sandaletlerinden almadan adadan dönmeyin derim.



Sardegna

Türkçede hep yanlış söylemle bilinen “Sardunya” doğrusu “Sardinya”  “Sardegna” turkuvaz mavisi denizi, egzotik koylarıyla Akdeniz ın şüphesiz en heyecan verici adası.
Üçbin yıllık tarihi ve cennet doğasıyla Akdeniz’in ikinci büyük adasında keşfedilecek çok şey var. 
Adada uluslararasi ucak trafigi icin uc havameydani mevcut..  Alghero Havalimanı , Costa Smeralda Havaalanı Olbia ve Cagliari-Elmas Havaalanı.
İtalya ile Sardegna adasi arasinda feribot servisleride bulunmakta.
Adadaki feribot terminal limanlari Cagliari (adanın güney sahilinde), Porto Torres (adanın kuzey sahilinde), Olbia, Golfo Aranci ve Arbatax (adanın doğu sahilinde)
Sardegna kıyıları yaklaşık 40 turistik limana sahip.

Daha gemimiz Olbia limanına yaklaşırken, içimizden kendimizi bu zümrüt yeşili sulara atmak geliyor.
Gemiden iner inmez göz kamaştıran manzaralar eşliğinde kıyılara tepeden bakarak kendimizi Akdeniz’in en güzel sahili olarak bilinen Costa Smeralda da Porto Cervo da buluyoruz.


En güzel restoranı Sottovento' her türlü balık ve deniz mahsullerinin en tazesini bulabilirsiniz. Saat 24.00 den sonra gece klübü oluyor.





Porto Cervo da bir diğer alternatif Cipriani restoran muhteşem bir manzaraya sahip yemekten sonra bir alt katta bulunan Billionaire adlı gece kulübü var.

Il Pomodoro: Costa Smeralda'da sade, şık bir pizzeria.


Sardegna nın en büyük şehri Cagliari. Cagliari, Olbia’ya kıyasla daha düzenli. Kaleleri katedralleri ve çarşıları etkileyici.











Adanın gizli kalmış cennetlerinden Maddalena’ya Palau’dan yarım saatlik feribot yolculuğuyla ulaşılıyor. İrili ufaklı yedi takım adadan en büyüğü olan Maddalena ya gitmeden Sardegnadan ayrılmayın.










10 Şubat 2016 Çarşamba

Jambo Africa

Jambo Africa!


Bu  yazım çok farklı, deneyimi muhteşem bir bölge Afrikadan.
Kenya da yapmış olduğum Safari, bana inanılmaz bir haz verdi.

Belgesellerde izlediğimiz, Afrika nın vahşi doğasının inanılmaz dinginliğine ve uyumuna şahit olmak.
Hint Okyanusu'na kıyısı olan, TanzanyaUgandaEtiyopya ve Somali ile komşu bir doğu Afrika ülkesi Kenya’da..

Ağustos aylarında Tanzanya dan  “Büyük Göç” zamanı safari Afrika da yaşayabileceğiniz en unutulmaz tecrübelerden biridir. Sayıları milyonlara ulaşan antilop, zebra ve gazel sürülerinin Mara nehrinden geçişleri.. Ben o döneme denk gelemesem de, görmüş olduğum doğal güzellikler karşısında adeta büyülenmiş ve doğa ile bütünleşmiştim.
Afrika ya gitmeden önce unutmamanız gereken en önemli konulardan birisi aşı olmanız. Yolculuktan bir ay evvel sarıhumma aşısı olmanız ve sıtma tabletlerine başlamanız gerekiyor, yolculuğunuz süresince de bu tabletlere devam ediyorsunuz. Bu aşıları Karaköy de Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü ücretsiz olarak yapıyor ve uluslar arası aşı karnesi veriyor (10 yıl geçerli).

Sıtma’ya karşı ayrıca el ve ayak bileklerinize takacağınız tablet bileklikleri de öneririm, gezi boyunca sinkov, detan gibi sprayler ayrılmaz parçanız olacak.


Yolculuğumuz Sabiha Gökçen Havaalanından Dubai aktarmalı Kenya’nın başkenti Nairobi’den başladı.

Havaalanında bizi rehberimiz Ole Sitima karşıladı. Çok geçmeden rehber konusunda ne denli şanslı olduğumuzu anladık, Mara köyünden olan Ole sempatik, bilge ve duyarlı kişiliği ve engin tecrübesiyle bize kusursuz bir safari yaşattı. Buradan sana yine binlerce teşekkürler Ole!




Lake Nakuru
İlk safarimiz Nakuru Gölün de idi, havaalanından kısa bir süre sonra Lake Nakuru Milli Kampına ulaşmıştık.



Bizi ilk karşılayanlar Buffalolar oldu,  pelikanların pembeye boyadığı gölün etrafında yol almaya başladık, antilopların, gazellerin, zebraların arasında ilerliyorduk, 



ilk olarak antilop ve gazel farkını öğrendik, nesli tükenmekten kurtarılan beyaz gergedanları görünce heyecanımızı gizleyemez olduk, bir babun ailesi yanında durduk, baba etrafı gözlüyor, iki yavru babun birbirlerinin  bitlerini ayıklıyordu, işte tam görmek istediğim tablolardan biri buydu, içimi büyük bir keyif kapladı.





                                                          
Geceyi Sarova Lion Hill Game Lodge Nakuru da geçird
ik. Sabah gün doğmadan Masai Mara’ya doğru  hareket ediyorduk.










Masai Mara
Uçsuz bucaksız savanlarda saatler süren yolculuğumuz ardından, 5 büyükleri göreceğimiz Sarova Mara Game Campımıza yerleştik.
Odalarımız büyük tentelerden (çadırlardan) oluşuyordu,  kampın etrafı yırtıcılara karşı yüksek elektrikli tellerle çevriliydi. Çadırınızın önündeki veranda da  ya yavru bir ceylanı yada yavrusuyla bir sincabı dinlenirken görebiliyorsunuz her giriş çıkışınızda.
Öğlen yemeği molasından sonra, Mara savanlarındaki safarimize başlamıştık. Mara’da bu sefer Buffalolardan önce fillerdi bizi karşılayan, o dev cüsseleriyle örtüşmeyen narin ve nazik tavırlarıyla  5 kişilik bir aile geçti önümüzden.


 Orada öylece durduk, yavruların birbirleriyle oynayışlarına, çamur banyosu yapmalarına, otlanmalarına tanıklık ettik dakikalarca. İlerde kızgın bakışlarla buffalolar gözleriyle bizi takip ediyordu. Biri erkek biri dişi 2 tavus kuşu savanlarda yürüyüşte idi.

Arabayla ilerledikçe bizi hiç umursamayan antilopları, gazelleri ve zebraları ya yol kenarında oturmuş dinlenirken ya da otlarken görüyorduk.


Ole’nin dikkatini çook ilerlerde bir karartı çekti, yaklaştıkça bir çalı topluluğu kenarında uyuyan bir dişi aslana rastladık, yanında durduğumuzda arabanın sesiyle uyandı gerindi esnedi ve arabaya bile bakmadan çalıların arasında uyuyan erkek aslanın yanına saklandı.
Ole bize merak etmemiz gerektiğini ertesi sabah sadece aslan avına çıkacağımızı söylediğinde hepimizin gözleri ışıldadı. Safaride Lion Hill dedikleri, o gün gün doğmadan yola çıkıp savanlarda avlanan dişi aslanlara, birbirleriyle oynayan yavrulara uyumayan erkek aslanlara rastlamak amaç. Çünkü aslanlar sabah erken avlanıp karınlarını doyurduktan sonra bir çalı arkası bulup gün boyu uyuduklarından gündüz safarilerinde rastlamak çok zor oluyormuş.
Kampa döndüğümüzde, muhteşem doğa ile iç içe Afrika akasyaları altında dinlenip, akşam yemeğimizi yedikten sonra, yine gün doğmadan kalkacağımız için çadırlarımıza çekiliyoruz.
Çadırlarımız bir gölün etrafında sıralanmış, ahşap verandalar göle uzanıyor, çadırlarda gece 12 ye kadar elektrik var sonra tüm kampta elektrikler kesiliyor, her çadırın içinde fenerler var elektrik olmadığı zaman dışarı çıkmak ihtiyacı duyarsanız diye ki duymuyorsunuz gece 12 olmadan çoktan uyumuş oluyorsunuz, kampın içinde yürüme yollarını otların içindeki minicik lambalar belirliyor.

Çadırlarımızda tüm gün sinek tabletleri takılı olsa da gece 12 den sonra işe yaramayacağı için çadıra girer girmez cibinliğin içini dışını banyoyu bolca detanlıyorsunuz sıtma korkusundan. Afrika da aslandan kaplandan değil sıtma olmaktan korkuyorsunuz bir tek..



Çadırımızın fermuarını çektiğimizde hiçbir kilit olmadığını farkediyoruz. Ne yani Mara savanlarında elektrikli tellerle çevrili kampımızın koca arazisinin içinde uyurken kilidimiz yok mu diye önce biraz tedirgin oluyoruz, bunca kişi böyle yattığına göre diye düşünüp fazla hayıflanmıyoruz.

O sırada çadırımıza gelmeden wifi şifremizi almadığımızı farkediyoruz, gecenin karanlığında tek başına resepsiyona giden o kadar yolu korkmadan gidebilir miyim diye düşünürken çadırdan çıkıyorum, çadırdan çıkar çıkmaz koca bir karartı görüyorum, omuzunda tüfek bana “jambo” diyor, bir çırpıda resepsiyona gittiğimi söyleyip yanından uzaklaşıyorum. Meğer bütün gece çadırları koruyan rangerlar (korucu) varmış ve sabah gün doğmadan safari için çadırlarınızın kapısını çalıp “jambo” diye seslenerek sizi uyandırıyorlar, içerden “jambo” diyene kadar kapıdan uzaklaşmıyorlar.
Evet böylelikle “jambo”nun  Afrikada “merhaba” demek olduğunu öğreniyorduk.
Afrika da en çok söylenen bir cümlede “hakuna matata” “dert etme” anlamında, Afrikalılar o kadar fakirlikte o kadar mutlu ve güleryüzlüler  ki gıpta etmekten kendimi alamadım.


O gece, bütün gece yağmur yağdı.. Koskoca arazide bir çadırın içinde üzerimize bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, uzaklardan fillerin sesleri geliyordu, hem yağmurun keyfini çıkarıyor, toprağın kokusunu içime çekiyor hem de yavru filleri düşünmekten kendimi alamıyordum..
Ertesi günkü aslan avı çok keyifli geçiyordu, yine Ole’nin keskin gözleri ve içgüdüleriyle çok kısa bir süre sonra kendimizi 2 anne ve 6 yavru arslan yanında buluyorduk. Öğreniyorduk ki tüm dişi aslanlar tüm yavrulara annelik yapıyormuş. Kimi yavrular sağda solda başı boş dolaşırken kimileri annelerinin yanında uyuyor, mahmur gözlerle bize bakıyor ve tekrar dalıyorlardı.


Anneler arada pozisyon değiştiriyor bizlerle hiç ilgilenmiyorlardı.  Anlaşılan onlar çok erken saatlerde avlanmış, karınları doymuş, hepsi sabah keyfi yapıyordu. Zaten avlanmak safaride görmek istemediğim bir manzaraydı, şükür görmedim. 

Aslanlar ortalarda görünmekten hoşlanmadıkları için hep çalı aralarına saklanıyor ve safaride aslan görmek için uçsuz bucaksız savanlarda çalılık arayıp çalıların arasında da aslan aramanız gerekiyor, bu arada savanlarda ilerlerken tek tük gözüken ağaçların dallarına uzanmış leopar arıyorsunuz koskoca ovada. Gidenleriniz bilirler, gitmeyenler için söylüyorum o kadar keyifli ki!..
Öğlen yemek ve dinlenmek için kampa dönüyor, akşam yine safariye çıkıyorduk, amacımız kaplan ve çıta görmek iken dişiyle birlikte dinlenen bir erkek aslana rastlıyorduk. Jeepin penceresine bir kol mesafesi uzaklığında uyuyordu, fotoğrafını çekmek için pencereyi açtığımda kafasını kaldırdı göz göze geldik ayağa kalktı pencereyi nasıl kapadığımı hatırlamıyorum kükredi ve çalıların arasına doğru yürüdü. O zaman çok üzüldüm, kafeslerin ardında yada parklarda  değil doğal ortamda yaşamalarına rağmen artık avlanmaları yasak olsa da bizler yüzünden huzurları yoktu.

Diğer hayvanların pek umursadıkları yok, zaten artık safari jeeplerini de doğadan bir parça olarak algılıyorlarmış, ama ahh özgür ruhlu kedigiller, o çıplak arazide bile kendilerini çok iyi kamufle etmesini biliyorlar, o yüzden 5 büyüklerden leopara, yalnız yaşayan ve sayıları zaten çok azalmış güzel yırtıcıya rastlayamadık. 


Safari nin 5 büyüklerini saymak gerekirse aslan, fil, gergedan, bufalo ve leopar diye sıralıyoruz.
Yabani hayatın zenginliği, sunduğu çeşitliliğin inanılmazlığıyla,  zürafadan zebraya, kartaldan akbabaya, antiloptan gazele, yaban domuzundan buffaloya , bizondan gergedana tüm vahşi doğa büyük bir ahenkle her yeni gün gözlerimizin önüne seriliyordu.





Masai Kabilesi
Masai köyünü ziyaret etmek Doğu Afrika safarilerinin vazgeçilmezlerinden. 


Masailer Kenya ile Tanzanya’da yaşayan yüzlerce kabile arasında doğallığını en fazla koruyanlar.





Çobanlık ile geçiniyorlar. Ağaç dalları, toprak, tezek ve otlarla yaptıkları iptidai evlerde oturuyorlar.













Kendilerine özgü dansları ve kırmızı kıyafetleriyle köyün girişinde sizleri karşılıyorlar, bir tezek öbeğinden geçerek köyün içine giriliyor, meydana sizin için Pazar kuruyorlar hediyelik eşya satıyorlar tezekler içinde yalınayak gezen çocuklar etrafınızı sarıyor, hepsi birbirinden güzel.





Kabilenin reisi ebesi ve doktoruyla tanışıyoruz. Elinizdeki cep telefonları ilgilerini çekiyor, fotoğraf çekmek için birbirleriyle yarışıyorlar. El ele tutuşup Masai dansı yapıyoruz, çocuklara şeker dağıtıyoruz, el sallayarak bizi uğurluyorlar..





Safari de olağanüstü bir diğer tecrübemizde o akşam ki yemeğimiz oluyor..
Açık havada uçsuz bucaksız savanlara, doğanın içine kurulan sofralarda el fenerlerinin ışığında Ole’nin safari hikayelerinin eşliğinde şaraplarımızı yudumlarken güneşi batırıp, mehtabın aydınlığında tüfekli rangerların çemberi altında yanan ateşin etrafında Masailerle yaptığımız dans unutulmazdı.




Lake Naivasha & Crescent Island
Safari de bir başka durağımız Lake Naivasha oluyor, başkent Nairobi’ye sadece 1,5 saat uzaklıkta.
Naivasha, Nairobi"den gelinerek günübirlik gezilebilecek kadar yakın. Ancak ben buranın tadını çıkarabilmemiz için en az bir gece kalmanızı tavsiye ediyorum.
Naivasha’nın en büyük özelliği dünyanın sayılı kuş cennetlerinden biri olması. Naisvasha’nın gölünde ve çevresinde yılın herhangi bir mevsiminde 400 civarında farklı kuş türü görmek mümkün. Ayrıca, onlarca su aygırına da ev sahipliği yapıyor.
Afrika"nın çoğu yerinde uzaktan görmekle yetineceğiniz su aygırlarına, Naivasha Gölü"nde neredeyse dokunacak kadar yaklaşıp onların, doğal yaşamlarına ve oyunlarına tanıklık etme şansı elde ediyorsunuz.
Öğle yemeğimizi Lake Naivasha Country Club de yiyoruz.


Muhteşem bahçesinde çiçekler ve kuşlar arasında yürüyüş yaparken bulutlar o kadar alçak ki, sanki tepenize değiyor.








İskeleden tekne kiralıyoruz, gölü biraz dolaştıktan sonra Crescent Adasını ziyaret ediyoruz. Crescent Adası, Naivasha Gölünün doğu tarafında bulunan özel bir vahşi yaşam koruma alanıdır. Ada, volkanik bir kraterden oluşmuş.
















Pek çok hayvanı görme şansınızın olacağı bu gezide Crescent Adasında yürüyüş safarisi yapıyoruz. Yırtıcı hayvanların olmadığı bu Yürüyüş Safarisinde zürafa, buffalo, antilop, zebra ve maymun görmek mümkün. Benim en çok etkilendiğim zebraların arasında oturup zürafaların etrafımda dalgalanarak yürüyüşlerine şahit olmaktı.













Safarimizin son gecesinde Nairobi de kalıyoruz, Nairobi’de akşam yemeğimizi şehrin en meşhur restoranlarından biri olan Carnivore Restorant’ta alıyoruz. Carnivore Restorant, mangalda ızgara olarak pişirilmiş av etleri ile ünlüdür.



 Sığır, koyun ve tavuk etinin yanında devekuşu, timsah gibi av hayvanlarını da  tatma şansı buluyoruz. Geniş bir bahçede, yerel müzik ve dans Showları eşliğinde peş peşe servis edilen değişik et ürünlerinin tadı damağımızda ertesi sabah Nairobi den ayrılmak üzere Saravo Stanley ‘e otelimize dönüyoruz.

Ruhum Kenya’da Kaldı